Sosyolojik Düşüncenin Doğuşu ve Gelişimi - AÖF SORU
Felsefe

Sosyolojik Düşüncenin Doğuşu ve Gelişimi

Toplum yaşamı insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir. İnsanlar, binlerce yıldır içinde yaşadıkları grupları ve toplumları gözlemlemiş ve bu konuda çeşitli fikirler ileri sürmüşlerdir. Her ne kadar insan davranışlarını şekillendiren toplumsal etkenlerin incelenmesi Antik Yunan’a kadar uzansa da sosyolojinin bilim olarak ortaya çıkışı 19.yüzyılda olmuştur. Bilimlerin ortaya çıkışında tarihsel koşullar ve toplumsal sorunlar belirleyici bir önem taşır.

Batıda 16. yüzyıldan itibaren dinsel, siyasal, bilimsel ve felsefi düşünceler değişmeye başlamış, Rönesans ve Reform hareketlerini izleyen Aydınlanma Dönemi, Fransız İhtilali’nin ve Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesinde etkili olmuştur. 19.yüzyılda yaşanan bu geniş çaplı değişim ve dönüşümlerin kaosa yol açması düşünürleri toplumların neden ve nasıl değiştiği, toplumsal düzenin yeniden nasıl kurulabileceği gibi soruların cevaplarını bulmaya yönlendirmiştir.

Sosyolojinin doğuşunu zorunlu hâle getiren bu etkenleri kısaca açıklayalım.

  1. Rönesans: 15 ve 16.yüzyılda İtalya’da başlayıp Avrupa’da yayılan edebiyat, güzel sanatlar ve bilim alanındaki gelişme ve yenilikleri ifade etmek için kullanılan rönesans “yeniden doğuş” anlamına gelir. Doğa bilimlerindeki gelişmeler ve bilimsel yöntemin yaygınlaşması ile doğa kanunlarının ortaya konması, yaşanan toplumsal dönüşümlerin oluşturduğu soruların da bilimsel yöntem kullanılarak cevaplanabileceği anlayışını ortaya çıkarmıştır. Ayrıca deney ve gözleme dayanan pozitif düşüncenin yaygınlaşması, bilimsel, teknik gelişmelere ve sanayinin ilerlemesine yol açmış, bu da Orta Çağ skolastik düşüncesinin yıkılarak reform hareketlerinin başlamasına zemin oluşturmuştur.
  2. Reform: 16. yüzyıl boyunca tüm Avrupa’yı etkileyen, kilise karşıtı bir harekettir. Kültür hayatını boyunduruktan kurtarmak amacını güden Rönesans akımının din alanındaki devamıdır. Reform hareketleri ilk kez Almanya’da Martin Luther ile başlamıştır. Luther, kilisenin aşırı zenginleşmesi ve yozlaşmasına, din üzerindeki tekelciliğine, siyasetle ve dünyevî işlerle daha fazla ilgilenmesine tepki göstermiş, kısa sürede bu tepki Avrupa’nın her yerine yayılmıştır. Luther, kilise ve din adamlarının Tanrı ile kul arasındaki aracı pozisyonunu reddederek, bireyin daha özgür olmasını sağlamıştır. Batı da Rönesans hareketine uygun yeni bir din anlayışı gelişmiştir. Hristiyanlığın üç ana mezhebinden biri olan Protestanlık, reform hareketleri sonucunda doğmuştur.
  3. 1789 Fransız İhtilali: Mutlak monarşi ve kilise otoritesi ile yönetilen toplum düzeninin yıkılarak, yerine eşitlik, özgürlük, kardeşlik ilkelerine dayanan yeni bir toplumsal düzenin kurulduğu, çağımızda siyasal dönüşümlerin simgesi olarak kabul edilen bir harekettir. B. de Montesquieu’nun (Monteskü, 1689-1755) politik düzenin toplumsal temelleri hakkındaki fikirleri; Voltaire’nin (Volteir, 1694-1788) düşünce özgürlüğü hakkındaki ilgisi; D. Hume’un (Yum, 1711-1776) “insan doğasının evrenselliği” kavramı ve J.J. Rousseau’nun (Russo, 1712-1778) “toplum sözleşmesi” kavramı Fransız İhtilali’nin temel dayanağını oluşturmuştur. Bu ihtilal ile mevcut toplumsal ve siyasal yapı yıkılmış, kaos ve düzensizlik meydana gelmiştir. Bu kaosu açıklama ve yok etme isteğiyle birlikte toplumda yaşanan değişimler üzerinde etkili olma çabası topluma olan ilgiyi artırmıştır.
  4. Sanayi Devrimi: Üretim biçimindeki temel değişimi ifade etmektedir. Endüstrileşme yani sanayileşme ile birlikte artık temel toplumsal üretim biçimi tarımsal üretimden, endüstriyel üretimine doğru bir değişim göstermiş, insan ve hayvan gücünün yerini, motor gücüne dayalı olarak çalışan makinalar almıştır. Bunun sonucunda seri üretime geçilmesi başta ekonomik ve endüstriyel yapı olmak üzere aile, eğitim, tabakalaşma gibi toplumun temel kurumlarını ve yapısal özelliklerini değiştirmiştir. Kentlerin nüfusu artmış, geleneksel hayat tarzı değişmiş, tarım toplumlarında görülen feodal yapı, sanayi toplumlarının gelişmesi ile yerini demokrasi, eşitlik ve özgürlük anlayışına bırakmıştır. Fabrikalaşmanın artması ile kırsaldan kente göç başlamış, aile yapısı değişerek geleneksel aileden çekirdek aileye geçilmiştir. Bunun sonucunda Avrupa toplumunda büyük ölçekli değişmeler yaşanmış, laikleşme, kentleşme ve endüstrileşme hızlanmış, nüfus artmış, sınıfsal yapı değişmiş, kısacası yeni bir toplum yapısı meydana gelmiştir.
  5. Aydınlanma Çağı: Aydınlanma felsefesinin benimsendiği 18. yüzyılı kapsayan tarihsel dönemdir. Bu dönemde Batı Avrupa toplumlarında geleneksel metafiziğe, değişmez kabul edilen varsayımlara ve dinsel önyargılara karşı aklın özgürleştirilmesi gerektiğini savunan ve bilime dayanan bilgiyi referans kabul eden entelektüel bir eğilim hâkim olmuştur. Akla duyulan güven artmış, bireysellik ve özgürlük idealleri yüceltilmiştir.
  6. Coğrafi Keşifler ve Teknik İlerleme: Ekonomik ve askerî olarak güçlenen Batılı devletlerin sömürgecilik faaliyetleri sonucu yaşanan gelişme ve değişmeler de sosyolojinin doğuşuna katkıda bulunmuştur.

Özetle, yukarıda belirtilen nedenlerle Avrupa’da sosyal, siyasal, sanatsal ve dinî alanlarda köklü bir değişime gidilmiş, Avrupa bugün modernite dediğimiz yeni bir tarihsel döneme girmiştir. Yaşanan bu büyük toplumsal dönüşümler sonucu sosyal düzenin yeniden nasıl tesis edilebileceği, batı dışındaki toplumların toplumsal yapılarının nasıl çözümlenebileceği, doğa bilimlerinin kullandığı yöntemlerin toplumu incelemede kullanılıp kullanılamayacağı gibi sorunların tartışılması çabası bilim olarak sosyolojiyi doğurmuştur.