Sosyolojinin Doğuşu ve Gelişmesinde Etkili Düşünürler
Sosyolojinin doğuşu ve gelişmesinde etkili olan dünyaca bilinen filozoflar ve düşünürler aşağıda listelenmiştir.
İbni Haldun (1332-1406): 14.yy. da yaşamış İslam dünyasının önde gelen düşünürlerindendir. Düşünce tarihinde birçok filozof, toplumu incelemişse de bugünkü anlamıyla toplumu ele alan, bilimsel anlamda ilk sosyoloji çalışmalarını yapan düşünür İbni Haldun’dur. En tanınmış eseri “Mukaddime” dir. İbni Haldun eserinde göçebe ve yerleşik yaşamın özelliklerini vererek karşılaştırmış, iklim ve beslenmenin toplumlar üzerindeki etkisini incelemiş; devletlerin doğuş ve çöküşünün nedenlerini anlatmıştır. O eserinde ümran ve asabiyet kavramlarına yer verir.
Ümran terimini “insanların, yeryüzünün insan yaşayabilecek yerlerinde cemiyetler hâlinde bir araya gelerek dünyayı imar etmeleri” anlamında kullanılır. İnsanın toplu hâlde yaşaması bir zorunluluktur. Tüm toplumların temelini “asabiyet” oluşturur. Asabiyet; ortak hareket etme, dayanışma duygusu, sosyal bağlılık anlayışıdır. Asabiyetin en belirgin özelliği topluluktaki fertler arasında birlik, dayanışma ve yardımlaşma sağlamasıdır. Toplumları ikiye ayırır: bedeviler ve hadariler. Bedeviler ziraat, hayvancılık ve avcılıkla geçinirler. Hadariler kasaba ve şehirlerde yaşayan ticaret ve zanaatla uğraşan kişilerdir.
August Comte (Ogüst Komt, 1798-1857): Sosyoloji kavramını ilk kullanan kişidir. Bu nedenle sosyolojinin kurucusu kabul edilir. Pozitif bir bilim olarak sosyolojinin yalnızca gözlenebilir olan gerçekleri bilimsel yöntemlerle ele almasının zorunlu olduğunu vurgulamıştır. Ona göre eğer sosyoloji bir bilim olacaksa konusunu fizik bilimi gibi sağlam bilimsel yöntemlerle ele almak zorundadır. “Pozitif Felsefe Dersleri” adlı eserinde sosyolojiye bilimler arasında yer vermiş, sosyolojinin ilke ve yöntemlerini belirlemiştir.
Karl Marx ( Karl Marks, 1818-1883): Çağdaş sosyolojiyi yakından etkilemiştir. Ona göre toplumsal ve tarihsel sürecin devam etmesini sağlayan temel etken uzlaşma ve dayanışma değil sınıflar arasındaki zorunlu çatışmadır. İnsanoğlu her tarihsel dönemde ekonomiye, üretim biçimine dayalı olarak sınıf çatışmalarına şahit olur. Bu çatışmalar İlk Çağ’da köle-efendi, Orta Çağ’da feodal bey-serf (köylü), modern çağda burjuva- proleterya sınıfları arasında gerçekleşir. Marx günümüzde bütün toplumsal olayları ekonomik nedenlere dayandırdığı için indirgemeci bir sosyolog olarak eleştirilmektedir. Toplumların gelişmesini sınıflar arasındaki mücadeleye dayandırır.
Durkheim (Durkeim, 1858-1917): Durkheim, sanayi toplumunun sorunlarına yönelen, toplumsal olguları etraflıca inceleyen kurucu sosyologlardan biridir. Sosyal olgu ve olayların bir eşya gibi ele alınması gerektiğini belirtmiştir. Toplumları incelemede yardımcı olan dayanışma (mekanik-organik), anomi (bunalım), toplumsal ilişkiler, dinsel inançlar, işbölümü gibi kavramları geliştirmiştir. Toplumsal olaylar arasında nedenselliğin olduğunu, bir toplumsal olayın nedeninin başka bir toplumsal olay olduğunu savunmuştur.
Max Weber (Maks Veber, 1864-1920): Ekonominin toplumsal yapının şekillenmesinde etkili olduğunu ama Marx’ın bu etkiyi abarttığını savunur. Ekonomik etkenler kadar düşünce ve inançlar da toplumsal değişme üzerinde etkilidir. Ona göre modern toplumun iki temel özelliği vardır. Birincisi toplumsal ilişkilere akılcılığın hâkim olmasıdır. İkincisi yönetimde ve ekonomide bürokratikleşmenin egemen olmasıdır. Ona göre toplumun nasıl olması gerektiği değil, ne olduğu nesnel olarak incelenmeli, sosyal olgular açıklanırken bireysel inanç, kanaat ve kültürel farklılıklar dikkate alınmalıdır. Böylece Weber psikolojik yaklaşımla sosyolojik yaklaşımı birleştirmek istemiştir.
Le Play (Löple, 1806-1882): Toplumun bütünlük içinde ele alınması görüşünü savunur. İcat ettiği monografi metodu sayesinde, Avrupa işçi aileleri üzerinde araştırmalar yapmıştır. İşçi ailelerinin monografi incelemelerini temel olarak ele alan Le Play, bu ailelerin gelir ve giderini ortaya koyunca onlar hakkında tam bir fikir edinebileceğini savunmuştur. Sağlam bir toplum ve mutlu ailenin şartını toprağın miras yoluyla bölünmemesinde ve ailenin dinî emirlere göre yaşamasında görür. Le Play, gruplar üzerine yaptığı alan araştırmalarıyla mikro sosyolojiyi temsil etmiştir.